DOLAR 32,3749 0.15%
EURO 34,9878 -0.29%
ALTIN 2.324,350,22
BITCOIN %
Ankara
17°

PARÇALI AZ BULUTLU

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

105 okunma

Antik Çağ’da madenci köleler

ABONE OL
29 Kasım 2022 07:30
0

BEĞENDİM

ABONE OL

M. Baki Demirtaş*

«Lesis’den annesine ve Ksenokles’e: Bu dökümhanede ölmek üzereyim. Lütfen bir şeyler yapın! Efendilerime gelin ve bana (çalışacak) daha iyi bir yer bulun. Beni tam anlamıyla iğrenç birinin emrine verdiler. Kırbaç yemekten ölmek üzereyim. Hapsolmuş durumdayım. Bir pislikmişim gibi muamele görüyorum. Durum kötüye gidiyor, daha kötüye!»

Antik Mısır’da zincire vurulmuş köleleri gösteren bir kabartma (MÖ 2000 cc).

1972 yılında Atina agorasında, bir kuyudaki kazı çalışmaları sırasında ele geçen 13.4 x 5cm. boyutlarındaki ince bir kurşun levhadaki Yunanca yazıtta; Khalkeion isimli bir bronz döküm atölyesinde çalıştırılan, Lesis adındaki kölenin, annesi ile Ksenokles adındaki birine yazdığı mektupta yer alıyordu bu yardım çağrısı. Ancak öyle anlaşılıyor ki, mektup adresine gönderilmek yerine bu kuyuya atılmış ve büyük ihtimalle, Lesis’in yardım çağrıları da karşılıksız kalmıştı. Lesis, bir bronz döküm atölyesinde ağır koşullarda çalıştırılan genç bir köleydi (doulos) ve efendileri (despotos) onu atölyedeki acımasız birinin emrine vermişlerdi. Umutları tükenmek üzere olduğu anlaşılan Lesis, bir yolunu bulup bu mektubu bir kurşun levha üzerine yaz(dır)mış ve annesine göndermişti; ama diğer taraftan onu adresine ulaştırmayı vaat eden kişinin fikrini değiştirip mektubu, içinde ele geçtiği bu kuyuya atmış olması büyük bir olasılıktır. Her ne kadar Lesis’in bu mektubu amacına ulaşamasa da kölelere karşı işlenen insanlık suçlarına dair bir feryadı 2400 yıl sonraya ulaştırması açısından çok önemli.

Zincire vurulup Roma’ya getirilmiş Kuzey Afrikalı köleler (MS 200).

Aslında bu noktada, köle ve efendiyi tanımlayan iki Yunanca kelime ‘doulos’ (köle) ve ‘despotos’a (efendi) daha yakından bakmak kölelik konusunu anlamak için önemli olacaktır. Bugün Türkçe’de de kullandığımız ve TDK sözlüğüne göre “1. Bir ülkeyi zora ve baskıya dayanarak yöneten kimse., 2. (mecaz) Her istediğini ve dilediğini yaptırmak isteyen kimse, Tiran.” anlamlarına gelen ‘despot’ kelimesi Yunanca ‘despotos’ kelimesinin dilimize Fransızca üzerinden geçmiş halidir. Dolayısıyla bir efendinin yani despotun olduğu yerde, hiç şüphesiz köleliğin de olması kaçınılmazdır. Özellikle antik dönemdeki köle kaynaklarına baktığımızda bu açıkça görülmektedir:

Savaşlar: Yunanlar ve Romalılar tüm barbar kavimlerin köle olmak üzere yaratıldıklarına inanırlardı. Bu nedenle savaşlarda ele geçirdikleri esirler köle olarak alınıp satılabilirdi.

Korsanlık ve haydutluk: Roma döneminde özellikle doğu Akdeniz kıyılarında yuvalanan korsanlar, ellerine geçirdikleri gemilerin mallarına el koyarlar ve gemide bulunan tüm yolcu ve tayfaları köle pazarlarında satarlardı. Benzer şekilde, haydutlar da yetişkin insanları, çocukları, bebekleri ve hatta başkalarına ait köleleri bile kaçırıp köle pazarlarında satarlardı.

Mahkeme kararı ile kölelik: Özellikle Roma İmparatorluk döneminde, ağır suç işlemiş olan özgür Romalılar mahkemelerde ağır işlerde çalışmaya mahkûm edilebiliyor ve bu cezayı alan kişilere ceza kölesi adı veriliyordu.

Terkedilen ya da köle olarak satılan çocuklar: Roma yasaları, bir sebeple istenmeyen çocukların satılmasına ya da terkedilmesine izin vermekteydi. Bu çocuklardan birini alan kişi onu istediği şekilde eğitir ve büyüdüğünde köle olarak kullanabilirdi.

Borç yüzünden köleleşme: Özellikle kötü mevsimleri izleyen kısıtlı ürün, küçük toprak sahiplerini veya yarıcıları gün geçtikçe yoksullaştırıyor ve borçlarını ödeyemez duruma getiriyordu. Bu borçlar karşılığında da vücutlarını rehin gösteriyorlardı.

Efendilerin evinde doğan köleler: Gerek kölelerin birbirinden gerekse efendilerin köle kadınlarla olan ilişkileri veya efendilerin köle kadınlara tecavüzü sonucunda dünyaya gelen çocuklardı.

Özünde Antik Çağ’da kölelik, efendi konumunda olan daha güçlünün, zayıf olan üzerinde tahakküm kurmasına dayanıyordu ve ‘güçlü’ olana despot deniyordu. Çünkü güce sahip olanın, ona sahip olmayan üzerinde hakimiyet kurması kaçınılmaz bir sonuçtur. Özellikle de iş gücüne sahip olmanın rahat bir yaşamın ön koşulu olduğu dönemlerde.

Solda: Ölen kişiyi ve ailesini tasvir eden Roma dönemi bir mezar steli üzerindeki ev işlerine yardım eden köle (MÖ 150-100). Köleler tasvirlerde her zaman ‘özgür’ kişilerden çok daha küçük gösterilirlerdi. Solda: Dini bir ritüelde Romalı aileye yardım eden köle. Diğer aile üyelerinden çok daha küçük tasvir edilmiştir (MS 1. yy). Afrikalı köleler (MS. 200).

‘DOULOS’ VE TÜRKÇE’DEKİ ‘DUL’

Diğer taraftan, Türkçe ‘köle’ anlamına gelen Yunanca ‘doulos’ kelimesi, her ne kadar Yunanca gibi görünse de kelime aslında kök kaynağı ve tanım olarak Türkçe’dir. Yunanca kelimede -os, Yunancanın eril takısıdır ve kelime kök olarak ‘doul (dul)’dan oluşmaktadır. Türk lehçelerinde aslen ‘tu:l ~ tol’ biçiminde karşımıza çıkan ‘dul’ sözcüğünün Oğuz grubu lehçelerinde baştaki ünsüzü ‘t-, d-’ ye dönüşmüş; kelimenin uzun ünlüsü de bazı Türk lehçeleri dışında (Türkmen Türkçesi gibi) kısalmıştır. Kelimenin sözlük anlamı da genellikle ‘eşini kaybetmiş kadın veya erkek’ şeklindedir. Bu genel anlamın dışında mecazi olarak
‘yas, matem’ ve ‘sahipsiz, kimsesiz’ anlamları da karşımıza çıkmaktadır ki bunlar da sözlük anlamıyla ilintilidir. ‘Dul’ (tul) kelimesinin yaygın olmayan, hatta belki pek çok Türk lehçesinde karşımıza çıkmayan dikkat çekici anlamı, Kırgız Türkçesinde görülmektedir: “Ölen kocasının tasviri (resmi) olup, karı-koca yatağının üzerinde asılırdı (ki bu tasvirin altına oturup, kocası için sağu sağardı.”

Benzer bir anlamı Kazaklarda da görmekteyiz; tul: Ölen adamın suretini (biçimini, maskesini) yapıp, ona elbise giydirip ev içinde oturtmaktır. Bu cansız surete bakan eşi, kırk gün boyunca saçlarını açıp yüksek sesle ağlayarak yas tutar. Sahipsiz, başıboş kalmanın belirtisi olarak ölen adamın eşyaları “tul”lanırdı, yani ölen kişinin eşyaları, yaşadığı yer vb. mateme dâhil edilirdi (mesela ölen kişinin atının kuyruğunu kesip elbiselerini atın üzerindeki eyere sermek). Dolayısıyla ölen erkeğin eşi de, kocasının ölümünden sonra yas tuttuğu için tul/dul olurdu. Yunanca’daki köle anlamına gelen ‘doulos’un eril bir kelime olması da eski Türkler’deki ‘tul/dul’un sadece erkeğin ölümüyle ilgili bir işlemi tanımlıyor olmasından kaynaklanıyor olmalıdır. Diğer taraftan birçok antik yazar köle(ler) (doulos) ile Türklerdeki bir cenaze uygulaması olan tul/dul arasında bir benzerlik kurar; ama, elbette bu benzerlik kavramsal anlamdadır.

Bir mezar yapısına ait kabartmada hanımın
mücevher kutusunu tutan bir kadın köle (MÖ 100).

‘BİRÇOK ARAÇLAR DEĞERİNDE BİR ARAÇ…’

Aristoteles Politika adlı eserinde “Köle, başka herhangi bir uşak gibi canlı bir yaratık olduğu için, birçok araçlar değerinde bir araçtır. Çünkü, her aracımız, Daidalos’un yaptığı heykeller ya da ozanın ‘kendiliklerinden tanrıların toplantısına girerler’ dediği Hephaistos’un tekerlekli sehpaları gibi, biz söyleyince ya da gerektiğini kendisi görerek işlerini yerine getirebilseydi — diyelim, dokuma tezgâhının mekiği kendiliğinden gidip gelse, lirin mızrabı
kendiliğinden çalsaydı, o zaman ne yapımcıların işçiye gereksinmesi olurdu ne de efendilerin köleye” der.

Homeros, Troya Savaşı’nı anlattığı destansı eseri İlyada’da yenilmek üzere olan Troyalı Aeneas’ı savaş alanından çekip alan Apollon’un onun yerine koyduğu, Aeneas’ın tıpkısı bir yapma adamdan bahseder:

“Gümüş yaylı Apollon yaptı Aineias’ın tıpkısını,
Yaptı aynı silahları kuşanmış bir adam.
Troialılarla tanrısal Akhalar bu yapma adamın çevresinde
Sığır derisinden güzel çemberli kalkanlarını
Paraladılar birbirlerinin göğüsleri üzerinde.” Homeros, İlyada 5:449-453

Yine İlyada’nın ilerleyen bölümlerinde Homeros, bu sefer tanrıların demircisi
Hephaistos’un iki yardımcısından bahseder bize:

“Efendilerine yardım ediyordu altından iki uşak,
Bunlar benziyordu canlı kızlara.
Akıl vardır onların içinde,
Sesleri vardır onların, güçleri,
Ölümsüz tanrılar vermiştir onlara iş görme gücü.
Efendilerinin iki yanında gidiyordular seke seke.” Homeros, İlyada 18: 416-421

‘GECELİ GÜNDÜZLÜ ÇALIŞARAK VÜCUTLARINI ÇÜRÜTÜRLER’

Bu satırlarda anlatılan ‘adamlar ve kadınlarla’, yaşayan kişilerden çok, yaşayanların yerine geçen kuklalarından (!) bahsedilmektedir. Şüphesiz bu kuklalar sahiplerinin evinde, onların yerine geçip, onların yapması gereken işleri yapan köleler olarak karşımıza çıkar. Diğer taraftan, kölelerin antik uygarlığa yaptıkları katkılar, günümüzdeki makinaların yaşamımıza yaptıkları katkılarla karşılaştırılabilir; çünkü antik dönemde köle demek, istenildiğinde alınıp satılabilen, ömrünü tüketinceye kadar hizmet eden ve işlevini tamamlayınca bir kenara atılabilen bir mal demekti.

Şüphesiz köle grupları arasında en zoru madenci bir köle olmak veya madenlerde kölelik yapmaktı. Bu zorluğu girişte bahsettiğimiz madenci köle Lesis’in mektubu zaten göstermekte, ancak antik yazarlardan olan ve eserini MÖ 60-30 yılları arasında yazan Diodoros Siculus’un şu satırları da bu açıdan zikredilmeye değerdir:

“Maden köleleri efendilerine büyük kazançlar sağlamaktadır; ama bunlar geceli gündüzlü yeraltında çalışarak vücutlarını çürütürler. Çoğu, oradaki berbat koşullar yüzünden ölmektedir. Onların işinde paydosa ve dinlenmeye yer yoktur. Onlar, şeflerinin düdüğü ile kaderlerine katlanmaya zorlanmakta ve bu sefalet içinde ömürlerini tüketmektedirler. Ama yine de bazıları bu eziyetten kurtulma umudunu yitirmezler ve uzun süre direnirler. Katlandıkları eziyetlere bakılırsa, ölüm onlar için daha makbuldür.”

Diğer taraftan madenlerde çalışan kölelerin kaderi de belirsizdi. Birçoğu yeraltında prangalar içinde, güneş ışığından ve temiz havadan yoksun olarak çalışıyordu. MÖ 413’te Sicilya’ya yapılan ve bir felaketle sonuçlanan sefer sırasında, bir Atina ordusu Romalılar tarafından ele geçirilmiş ve Atinalı 7 bin savaş mahkumunun tümü Sirakuza taş ocaklarında çalışmaya zorlanmıştı. Ne var ki şartların zorluğundan ve kötülüğünden, zamanla onlardan biri bile hayatta kalamadı.

Maden işçiliği için özel bir yetenek gerekmediğinden, bu işte daha çok savaş esirleri kullanılmakta; bunun yanı sıra mahkemeler de özgür veya köle olsun, suç işleyen kişileri madenlerde çalışmaya mahkûm edebilmekteydiler. Ayrıca, bu tür köleliğin zorluğunu gösteren bir başka unsur da maden ocakları gibi ağır işlerde çalışan kölelerin büyük bir kısmının azat edilmelerinin çok mümkün olmamasıydı.

Diğer taraftan madenci köleler arasında işin teknik bölünüşü de gözlemlenebilir. Metalürji atölyelerinde bazıları demiri döverken, kimileri işliyor, kimileri de su veriyordu. Yapımevlerinde hem köle hem de özgür işçi kullanılırken, maden çıkarma işlerinde yalnızca köle kol gücü kullanılıyordu. Yunanistan’ın Attika bölgesindeki ünlü Lavrion madenleri ve burada çalıştırılan köleler, antik çağdaki madenci köleler ve şartları konusunda en güzel örneklerden biridir. Buradaki köleler 40 metre derinliğe kadar iniyorlardı ve kuyulardan, kayalara oyulmuş yatay galerilerle gümüş madenlerine gidiliyordu. Her galeriyi on iki saatte bir değiştirilen madenciler kazmayla açıyorlardı; böylece 24 saat çalışarak ayda ancak 10 metre ilerlenebiliyordu. Bel ve kürekle çıkartılan maden bir sepete konup, galerilerden kuyu ağzına sürükleniyordu; galerilerin yüksekliği bir metreyi geçmediği için bu işi daha çok çocuklar ve yeniyetmeler yapıyorlardı. Sepetlerdeki maden, kölelerin çalıştırdığı vinçler yardımıyla yukarı çıkartıldıktan sonra değirmentaşları ve dibeklerde ufalanıyordu. Kadın ve çocuklar, gümüşü kurşundan ayırmak için, içinden suyun aktığı mermer havuzlarda madeni yıkıyorlardı. Maden büyük fırınlarda eritiliyor, ince uzun külçeler halinde dökülüyor, çocuk ve yaşlı köleler tarafından demet halinde bağlanan külçeler katır sırtında Atina’ya gönderiyorlardı. Preslenerek levha haline getirilen kurşuna köle sahibinin damgası vuruluyordu. Kömür ve ısınma odununu Lavrion madenine göndermek için yol döşenmişti. Grup halinde çalışan köleler, özellikle Lavrion gümüş madeninde çalışanlar, berbat koşullar altında yaşarlardı.

Siyah figür tekniğinde yapılmış bir kylix
(şarap kadehi) üzerinde, çıkardığı madeni
sepete dolduran bir madenci köle (MÖ 490)

Madencilik tarihin her aşamasında, her zaman oldukça kârlı bir faaliyet olmuştur ve antik Yunanistan da bu konuda bir istisna değildi. Madencilikten elde edilen kârlar, madenlerde çalışmanın riskleri kadar büyüktü ve bu nedenle de Atinalıların bu kadar tehlikeli bir
iş için köle çalıştırmaları şaşırtıcı değildir. Sadece gerçek madencilik faaliyetinden değil,
aynı zamanda köle emeği sağlayabilenler, yani köle satıcıları tarafından da büyük kârlar
elde edilmişti. MÖ 5. yüzyılda politikacı ve general Nicias’ın madenlerde çalışması için bin
kadar köle sağladığını, yılda 10 talent, yani sermayesinin yüzde 33’üne denk bir gelir elde
ettiği antik kaynaklarda belirtilmektedir.

Misafirleri karşılama töreninde, iki misafire şarap servisi yapan köleleri tasvir eden bir mozaik, Tunus’tan (MÖ 3. yy. ortası). Tasvirlerde köleler giyim kuşamları (kısa bir tunik) ve kısa saç kesimleriyle de diğer figürlerden ayrılırlardı.

BAŞKA TÜRLÜ BİR KÖLELİK

Antik Yunan’da MÖ 7. yüzyılda köle sayısında artış meydana gelmiştir. Bunun en önemli sebebi gelişen Yunan sanayisidir. Makineleşmenin olmadığı bu sistemde kol gücüne ihtiyaç vardır ve işte bu gibi sebeplerden dolayı da köle Eski Yunan’da göz ardı edilemeyecek bir olgu olarak ortaya çıkmıştır. Nitekim yukarıda, kölelerin antik uygarlığa yaptıkları katkıların, günümüzdeki makinaların yaşamımıza yaptıkları katkılarla karşılaştırılabileceğini belirtmiştik. Ancak antik dönemde köle makinenin kendisi iken (hatırlayın sahibinin yerine geçen bir kukla/makine-tul/dul idi), günümüzde ve gelecekte bu, robotlara karşılık gelmektedir. Bu noktada robot kelimesinin TDK sözlüğündeki anlamına baktığımızda; “1. isim Belirli bir işi yerine getirmek için manyetizma ile kendisine çeşitli işler yaptırılabilen otomatik araç. 2. isim, mecaz Başkasının buyruğu ile iş yapan, kendi akıl ve iradesini kullanmayan kimse” anlamlarına geldiğini görmekteyiz. Aslında her iki anlam da antik dönemdeki köleleri tanımlamaktadır adeta, yani douloi’u.

“Soma’da Can” 2020. Seramik, ahşap, taş. Sanatçı: Ceren Baykan.

Günümüzde ise emeğiyle yaşamını sürdürmek için üretim sürecinin bir parçası haline gelen insan, başka türde bir köleliğin konusu olmaya başlamaktadır. Davranışsal olarak her iki anlamıyla da bir robottan farkı olmayan günümüz insanı, yaşamını devam ettirebilmek için vaktini, emeğini ve hatta bedenini işverenine/sermayeye (sahip) para karşılığı rehin bırakmakta, bireysel borçlanmalar ile de bu kaçınılmaz hale gelmekte veya getirilmektedir. Bunun en net örneğini, bugün ülkemizdeki neoliberal iktidar politikaları sonucu topraklarından kopartılan milyonlarca üreticinin, şehirlerde düşük ücretli, güvencesiz ve tehlikeli iş koşullarında çalışmaya başlaması oluşturmaktadır. İşinden edilen yoksul çiftçiler şehirlerde ya işsizler ordusuna katıldı ya da ucuz işgücü haline getirildi. Kırsal alanlarda tarım arazileri maden ve taş ocaklarıyla doldu. Tarımdan kopartılan çiftçilere dayatılan tek çalışma alanı da bu güvencesiz iş alanları oldu. 13 Mayıs 2014’teki maden faciasıyla gündeme gelen Soma kömür madenleri de topraklarından koparılmış bu çiftçilerin, neredeyse antik dönemdeki kadar zor ve ilkel şartlarda, aç kalmamak için çalıştığı, hatta çalışmak zorunda bırakıldıkları güvencesiz alanlardan birisiydi. Somalı maden işçileri 13 Mayıs öncesinde de 100’er lira karşılığında sendikaya üye yapılmışlar ve
sendika seçimlerinde ellerine tutuşturulan kapalı zarflarla zorla oy kullanmışlardı. Başka bir ifadeyle Somalılar, toplu sözleşmedeki haklarını bile bilmeyen maden işçileri veya başka bir tabirle köleleriydi.

Makineleşmeyle birlikte, insanın ve emeğin de makineye dahil edildiği ve hatta makineleştirildiği bir dönemde, insanın durumu, Aristoteles’in kölelik şartlarından biri olarak yaptığı “İnsan da olsa, mülkün bir parçası olan kişi başkasına aittir.” tanımı içerisinde yer alır. Bugünün insanı teknolojik veya toplumsal her türlü makinenin yani mülkün içinde yer almaktadır. Karşılığında bir ücret veya maaş alması onun köle niteliğini değiştirmemekte, çünkü yaşam ve çalışma şartları iyiye doğru değişmediği gibi, aldığı ücret/maaş vergi, borç gibi yöntemlerle dönüştürülmektedir. Unutmamak gerekir ki, Antik
Çağ’da da özellikle madenci köleler başkalarına kiralanıyor veya ücret karşılığı çalışmalarına izin veriliyordu; ama aldığı ücret kölenin değil, onun sahibinin oluyordu.

Solda: Yunanistan’ın Korint şehrinde bir madende çalışan madenci köleler (MÖ 5. yy.)
Sağda: Günümüz maden işçileri.

Bitirirken, belki de insanlığın kölelik tarihini özetleyen İhsan Ünlüer’in ünlü
Spartaküs isimli şiirini burada anmak yerinde olacaktır. Köleden serfe, serften işçiye aslında medeniyetin, zamanla adı değişse de kölelerin omzu üzerinde nasıl yükseldiğini anlatır bize bu şiir:

SPARTAKUS

Spartakus‘tu adım!
ve kara Afrika‘dan zenci köleler taşıyan
Amerikan gemilerinde forsaydım.
Çin Duvarı‘nın çamurunu,
Mısır piramitlerinin hamurunu ellerimle kardım.
ve her yıkılışında Babil kentini ben onardım.
Hanibal “Ahırlarımı iyi temizle” dedi bana.
Bendim,
Ortaçağ Derebeyleri‘nin tarlasını süren,
sığırlarını güden
ve ellerimle ördüğüm kale duvarlarının üstünde,
Barbunya Şövalyesi‘nin oklarıyla ölen,
satın alınan,
öldürülen bir köleydim ilkin;
sonra adım ‘serf’ oldu.
ve sonra canımı bağışlayan yasalar kondu.
Atını tımarladım Sezar‘ın,
ve aslan yürekli Rişar‘ın,
uğruna öldüm Kral Septim Sever‘in;

Septim Sever‘se beni hiç sevmedi hiç.

*Trakya Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

deneme
deneme bonusudedektifdeneme bonusu veren sitelerfixbetfixbet girişmatadorbethukuk forumDijital Pazarlama Ajansımatadorbetescort gazianteponline itibarescort gaziantephaber
dedektif | özel dedektif | fixbet giriş