DOLAR 32,3181 0.2%
EURO 35,1311 -0.01%
ALTIN 2.292,150,66
BITCOIN %
Ankara
20°

KAPALI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

81 okunma

Antakya dizlerinin üzerinde…

ABONE OL
11 Şubat 2023 03:30
0

BEĞENDİM

ABONE OL

HATAY – Antakya’yı gördükten sonra; İzmit Depremi’nin sonrasında o şehrin neye dönüştüğünü görmüş biri olarak söyleyebilirim ki bu depremin etkisi İzmit ile kıyaslanamaz. Ve İstanbul’unkini kesinlikle ve kesinlikle görmek istemediğimi şimdiden söylemek isterim.

Pazartesi akşamı (daha 24 saat olmadan) yola çıktık İstanbul’dan. Milletvekili Oya Ersoy’un çakarını kullanarak (özellikle Belen’deki trafiği aşmak onunla mümkün oldu) salı öğlen Antakya’ya varabildik. Diğer iki araçla birlikte toplam yükümüzün önemli ağırlığını benzin ve su bidonları oluşturuyordu. Bir de demir makası.

Antakya diz çökmüştü. Öyle bir binası, bir sokağı, bir caddesi, bir mahallesi, bir ilçesi ile değil, bir bütün olarak diz çökmüştü. İzmit gibi değildi. Örneğin İzmit’te depremin etkisinin görülmediği, yani hiçbir yıkıntının olmadığı bir mahalle ya da bölge ile karşılaşmıştım. Ama Antakya’da yoktu. Ana caddesine girdiğimizde görebildiğimiz sadece, yüzlerce metre uzunluğundaki bir caddenin iki tarafı boyunca çökmüş, yan yatmış binalardan oluşan bir enkazdı. O caddede ayakta sağlam kalan tek bir bina yoktu. Ve yollar bir yerlere gitmeye çalışan ama nereye gitmek isteği anlaşılmayan araçlarla doluydu. Arka sokaklar? Antakya’nın her sokağı, her caddesi, her mahallesi yıkılmıştı. Üstelik yıkılan sadece bugünü değildi, Antakya’nın tarihi de yıkılmıştı. Hatay Meclis Binası da. Hani şu, Hatay Devleti’nin Türkiye Cumhuriyeti’ne 5 Temmuz 1939’da katılma kararının onaylandığı meclis binası. Antakya’nın tarihi de dizlerinin üzerindeydi.

Diğer 9 ilin ne durumda olduğunu düşünemedik. İstanbul’un olası hali ise hiç aklımıza bile gelmedi, o an!

***

Geceydi. Antakya’nın arka sokaklarında ilerliyorduk. Ayakta kalan, etkilenmeyen, “bana bir şey olmadı”, “ben dimdik ayaktayım” diyen tek bir bina olmaz mı? Yoktu! Moloz yığını haline gelmiş olanlara değil, yan yatmış, eğilmiş, ilk birkaç katın üzerine çökmüş ama ayakta durabilmiş binalara bakıyorduk asıl olarak. En azından insanlar, bu binalardan sürünerek, harap halde de olsa çıkmayı başarabilmiştir, diye gözümde canlandırıyordum. Ve lanet şey(!) o zaman aklıma düştü… O an, yani pazartesi günü saat 04:17’de değil saat 04:18’de bu sokaklar nasıldı, ne yaşıyordu ve ne diyordu? Bir binadakiler değil, bir sokaktakiler değil, bir mahalledekiler değil, bir şehrin tamamı yani Antakya çığlık atıyor olmalıydı. Binlerce, on binlerce insan aynı anda, binlerce, on binlerce kadın, erkek, çocuk, yaşlı aynı anda avazı çıktığı kadar….

Ses dalgaları hiçbir zaman yok olmazmış ya. Hani siyah-beyaz televizyonlardaki, o karıncalı görüntüye eşlik eden ses, evreni oluşturan büyük patlama anının sesiymiş ya. O sokaklarda saat 04:18’de yankılanan sesin de asla yok olmayacağını bilmek… ne desem, nasıl desem??

***

Su yok, elektrik yok, benzin-mazot yok, telefon iletişimi yok, yiyecek yok, yok, yok, yok, devlet yok…

Elektrik, gündüzler için değil ama geceler için kaçınılmaz. Çünkü arama-kurtarma çalışmaları tamamen duruyor elektrik olmayınca. Ve insanlar ne yapmak isterlerse istesinler hiçbir şey yapamıyorlar. Çaresizlik, o lanet çaresizlik bir başka öfke, bir başka boşluk yaratıyor. Ve şehrin üzerine çöken karanlık, yaşananları görünmez kılmak yerine tam tersi etkide buluyor. Geceleri Antakya’da hayaletler dolaşıyor, üstelik dizlerinin değil, ayaklarının üzerinde…

İnsan ilk başta suyun eksikliğini çekmiyor elbette. Kişisel yaşamsal ihtiyaçların hepsi önemsizleşiyor. Ama birkaç gün sonra susuzluk yaşamın kendisi haline geliyor. Sadece içmek için değil, on binlerce insanın temizlenmesi için de…

Benzin, insanın yaşamsal ihtiyaçları listesinde yok aslında, yenilip içilebilecek bir şey değil. Ama (bulabildiyseniz) jeneratör onu içmeden çalışmıyor ve hilti de jeneratör çalışmadan betonu delemiyor. Ve eğer girebileceğiniz tek bir ev bile yoksa o lanet geceleri otomobilin içinde geçirmek zorunda on binlerce insan. Ve o lanet soğuk geceleri otomobilin içinde geçirmek için, o lanet motoru çalıştırmanız lazım. O lanet motor da o kahrolası benzini içmeden, size yaşamanız için gerekli ortam sıcaklığını oluşturmuyor. (Keşke sadece mum yakarak da o dar alanın ısıtılabileceği bilinseydi.)

Telefon yok. Asrın icadı cep telefonları, hani haberleşmek, iletişim kurma işine yarayanlar. Ve temel özelliğinin dışında her türlü (fotoğraf, oyun vs.) özellik de yüklenenler. Yaşamsal ihtiyaç haline geldiklerinde ise gerçekten zulüm olanlar. Ararsın karşı taraf açamaz, aranırsın sesini duyuramazsın, ama elinden asla bırakamazsın. Ve bir işe yaramasa da pilini dolu tutmak için bir otomobilin ve onun aküsünün peşinde koşarsın. Antakya’daki herkes Turkcell’in sorumlularının kulaklarını çınlattı, bolca saydırarak! Turkcell’in sorumluları çok üzülmüşlerdir herhalde, deprem bölgesindekilerin Turkcell Pasaj’dan bu süre boyunca alışveriş yapamamalarına…

Yiyecek yok. Onu boş verin zaten. Bu tür durumlarda yemek yemek, yaşamsal bir ihtiyaç olmaktan çıkıyor.

Ve devlet yoktu Antakya’da. Devlet, yaşamsal bir ihtiyaç mıdır?

İstanbul’dan Antakya’ya giderken yol boyunca gördüğümüz neredeyse iki tür araç vardı: İş makinası taşıyan tırlar (özel şirketlere ait) ve ihtiyaç malzemeleri ile dolu, bir an önce varış noktasına gitmeye çalışan özel araçlar. Daha önceki depremlerin bir tek olumlu sonucu var; halkın, bu tür durumlarda ne yapması gerektiğini kazandıran refleks. O acıyı bilenler, o durumda olanların neye ihtiyacı olduğunu biliyor ve hiç kimseden emir, talimat almaya gerek duymuyor. Kendisi karar verip, kendisi organize edip, kendisi yola koyuluyor. Toplumun yardımına koşan devlet değil, yine toplumun kendisi oluyor. Ama yolu açacak, açık tutacak, yol gösterecek “trafik polisleri” (her iki anlamda da) olduğu sürece.

***

Her derdin çaresi AFAD.

Mühendis, mimar, şehir plancıları derneği olan Politeknik’ten de üç arkadaş aynı gün (salı) Antakya’ya ulaşmıştı. Deprem bölgesinde oluşmuş olduğunu düşündükleri herhangi bir organizasyona katılmak amacındaydılar, almış oldukları eğitimin bir “işe” yarayacağını varsayarak. Ne de olsa “bilim ve teknik, halkın hizmetine sunulmak” içindi. İlk öncelikleri İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Antakya’da bulunan ekiplerine katılmaktı. Ancak ne yazık ki bir organizasyon bulamadılar. Zorla sağlanan onlarca telefon görüşmesinden bir sonuç alamayınca, inşaat mühendisi olan arkadaşımız “bari” dedi, “gideyim AFAD’a başvurayım”, “belki hasar tespiti yapmakta yardımcı olurum ya da herhangi başka bir işe.” Tahmin edilebileceği gibi bu girişim de başarısız oldu.

Bu arayışların sürdüğü, muhabbetinin yapıldığı sırada, bizim aracın yanına park etmiş başka bir araç gördüm, ön camında “Antalya AFAD Gönüllüleri” yazıyordu. Ve hemen aracın içindeki genç arkadaşa yönelip “tam aradığımız kişiler sizlersiniz” dedim.

-Biz de AFAD’tan birilerini arıyorduk. Ama bir türlü sorumlu birilerine ulaşamadık.

-Biz sorumlu değiliz, abi.

-Tamam gönüllülerdensiniz, anladım ama doğrudan sorumlu birilerinin telefonunu biliyorsunuzdur.

-Yok bilmiyoruz.

-Ama AFAD kartı var ön camda?

-Biz Antalya’dan yola çıktık. Ama duyduk ki şehre girişlerde sıkıntı çıkıyormuş, almıyorlarmış. Biz de şehre girebilmek için o kartı kendimiz hazırladık. Üstelik o kartı görünce, bizi çevirdiler ve “çok şükür, ilk kez AFAD’tan birilerini gördük” dediler…

***

Bilinir ki Antakya, büyük çoğunluğu Araplardan, üstelik Arap Alevilerden oluşur. Her ne kadar uzun yıllardır yok edilmek, tektipleştirilmek istense de bizim yaşadığımız toprakların asıl zenginliği halkların çokluğu ve çeşitliliğidir. Fıtratımız aynı olmasa da kaderimiz ve geleceğiz aynı olmak zorunda.

Oysa şimdi, Antakyalılar neredeyse hep bir ağızdan kendilerine, depremi yaşayan diğer illerden daha farklı davranıldığını ifade ediyor. Özellikle ilk günlerde TV’lerde bile neredeyse Hatay’ın hiç yer almadığını işaret ediyorlar. Yıllardır merkezi iktidarlar tarafından oluşturulan güvensizlik, kendisini yeniden inşa edecek gerekçeler bulmakta zorlanmıyor. Ama “AKP’nin kalesi” sayılabilecek yerlerde durum Antakya’dan çok mu farklıydı?

***

Yine aynı lanet geceydi. Yanımızdan genç bir adam, hem koşuyor hem bağırıyordu; “Yangın tüpü, yangın tüpü olan var mı? İtfaiye nerede?” Bir süre sonra koştuğu yönden iki asker ve bir büyük yangın tüpüyle yine koşarak geri döndüler. Biz de peşlerinden.

İçin için yanmaya devam eden büyük bir bina enkazının üstündeydiler. Enkazın çeşitli yerlerinden dumanlar çıkıyor, bazı noktalardaki dumanlardan ise alevler yükseliyordu. Ve enkazın üzerinde hummalı bir çalışma yürüten kurtarma ekibi. Yukarıda bir hareketlenme, bir bağırış. Battaniyeyle elden ele taşınmaya çalışılan biri. Doğallığında koştuk, elden ele battaniyenin uçlarını el verdik. Genç bir kadın; canlı, tek parça, konuşabiliyor; “üç gündür ordaydım, üç gündür ordaydım, üç gündür…” DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, bu sefer doktor olarak orada.

Kurtarma ekibi hâlâ enkazın tepesinde. Biri daha var kurtarılmayı bekleyen. Doğallığında çıktım yukarıya, ekibin yanına. Genç bir adam daha var ama ayağı betonun altına sıkışmış. Hilti istiyorlar, uzatma kablosuyla, iyi ki jeneratör var. İndik, hiltiyi aldık tekrar yukarı çıkıyoruz, düşe kalka çıktık. Dumanlara gizlenen alevler tekrar yükselmeye başladı. Kurtarma ekibinin başındaki; “bu koşullarda çalışamayız, aşağıya iniyoruz” dedi. Aşağı inmek çok daha zor ama mümkün. Ya genç adam, mümkün değil. Alevler büyüyor ve aşağı inmek zorunda herkes, onu yanlarına almadan. İndik.

Yine yangın tüpü için ortalıkta koşturuluyor. Ya itfaiye? Aşağıda ise bir kadın, askerlerin (üç asker) yanında duran daha rütbeli olana çıkışıyordu:

-Buradaki insanlar çağırınca yanıt vermiyorlarmış, bari itfaiyeyi siz çağırın.

-İtfaiye yok ki, çağırayım.

(Muhatap olduğu kişinin HDP Milletvekili Oya Ersoy olduğunu bilse bu yanıtı da vermeyebilir ya.)

***

Deprem insan seçmiyor ama insanlar, depremzede seçiyor. Bu cümlede ne anlatıldığını herkes anlamıştır! Eğer AKP’den üst düzey birilerine “hatırınız” geçiyorsa, eğer AFAD’ta bir ilişki bulabilirseniz, eğer çalıştığınız şirketin ulaşabileceği bir vinç varsa, eğer belediye başkan yardımcılarından biriyle ahbapsanız… Bunlara da tanıklık ettik. Yani ortak olduğu şirketin vincini, akrabalarını kaldıkları göçüğün altından çıkarmak için getirenine, belediye başkan yardımcılarını devreye sokanlara, hiçbir ses alınamadığı halde 90 yaşındaki babasını çıkarmak için özel ilişkilerle sağlanan ekip çalıştıranlara… (Bunları yapanları karalamak değil derdim, insanların bunlara mecbur bırakılmasına işaret etmek). Bunlardan hiçbiri yoksa ama paranız çoksa depremzede seçebilirsiniz! O da mı yok! O zaman yapabileceğiniz tek şey; baretli, üniformalı bir arama-kurtarmacı bulup yalvarmak. Hatta yakınınızı, bir umut kurtarmak amacıyla yalan söylemek; “ben duydum sesini, duydum, duydum, hâlâ hayatta…”

Kuşkusuz her arama-kurtarma çalışmasının bu biçimde yürüdüğünü söylemek doğru olmaz. Ancak özellikle ilk üç gün ne yazık ki işler tamamen düzensiz, kontrolsüz yürüdü.

***

Olması gereken.

Sadece bir benzetme yapalım, teşbihte hata olmaz ya. Ve varsayalım ki saray depremde yıkıldı, orada yaşayanları kurtarmak için neler yapılırdı, bir hayal edelim! Orada yapılacak olanların her bir kaleminin bugün deprem bölgesinde göçük altında kalan her birey için yapılması gerekirdi. Çünkü onlar daha değersiz değil.

***

Bir söz de İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya: İçişleri Bakanlığı’nın yapmak zorunda olduğu diğer işleri saymıyorum bile. Ancak sadece kendisinin emrindeki trafik polisleri yönlendirilebilse idi çok büyük bir iş başarılırdı. En azından yollar açılırdı. Halkın deprem bölgesine ulaşması sağlanırdı. Dönüş yolunda karşılaştığımız görüntü gerçekten inanılmazdı; Belen girişindeki üç şeritli otobanda kilometrelerce uzanan yüzlerce araç bekliyordu, trafiğin açılmasını ve Antakya’ya ulaşmayı…

Birileri yolu açsa ya da birileri yoldan çekilse…

Belki de en korkuncu, birçok şey yapabilecek binlerce insanın hiçbir şey yapamaması, yüz binlerce insana hiçbir şey yaptırılmaması.

Not: Yazının derli toplu olmadığının, notlardan ibaret olduğunun, eksik belki de abartılı hissiyatlar içermiş olabileceğinin de farkındayım. Ancak asıl amacın, bir an önce yaşananlara dikkat çekmek olduğunu belirtmem gerek…

En az 10 karakter gerekli


HIZLI YORUM YAP
300x250r
300x250r

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.

deneme
deneme bonusudedektifdeneme bonusu veren sitelerfixbetfixbet girişmatadorbethukuk forumDijital Pazarlama Ajansımatadorbetescort gazianteponline itibarescort gaziantephaber
dedektif | özel dedektif | fixbet giriş