07 Haziran 2023 Çarşamba
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD), Haziran Ayı Ekonomik Görünüm Raporu’nda Türkiye’ye ilişkin tahminlerde güncelleme yapıldı.
Ekonomim’in haberine göre küresel ekonominin bir dönemeçten geçtiğinin vurgulandığı raporda, küresel ekonominin sürdürülebilir büyümeye ulaşmasının “uzun bir yol” ile karşı karşıya olduğu uyarısında bulunuldu.
Düşen enerji fiyatlarının, gerileyen enflasyon oranlarının, arz dar boğazlarının hafifletilmesinin, Çin ekonomisinin COVID-19 sonrası yeniden açılmasının ve güçlü istihdamın ekonomik toparlanmaya katkıda bulunduğuna yer verilen raporda, bunun yanında söz konusu toparlanmanın geçmiş yıllara göre zayıf olacağına işaret edildi.
OECD raporunda, enerji ve gıda fiyatları hariç tutulan çekirdek enflasyonun beklenenden daha yüksek olduğu ve yüksek faiz oranlarının, özellikle emlak ve finans piyasalarında giderek hissedildiği belirtildi.
Hükümetlerin destekleyici mali politikalarının, COVID-19 salgını ve Rusya-Ukrayna savaşının şoklarına karşı küresel ekonomiyi desteklemede hayati rol oynadığı vurgulanan raporda, bugün çoğu ülkenin daha yüksek bütçe açıkları ve daha yüksek kamu borcu ile karşı karşıya kaldığı aktarıldı.
Raporda, yatırımcıların riskleri yeniden değerlendirdikçe ve kredi alma koşulları sıkılaştıkça bazı finansal piyasalarda stres belirtilerinin görülmeye başlandığı kaydedildi.
Raporda, OECD’nin 2023 ve 2024 yıllarına ilişkin ekonomik büyüme öngörülerine de yer verildi.
“Mart 2023” raporunda, yüzde 2,6 olarak açıklanan 2023 küresel reel ekonomik büyüme tahmini, son raporda, enflasyonun düşmesi ve Çin’in COVID-19 kısıtlamalarını kaldırması nedeniyle yüzde 2,7’ye yükseltildi. Büyüme tahmini, 2024 için yüzde 2,9 olarak korundu.
Martta bu yıl için yüzde 2,8 olarak açıklanan Türkiye ekonomisine yönelik büyüme tahmini, bugün yayımlanan raporda yüzde 3,6’ya yükseltildi. İç talebin Türkiye’nin ekonomik büyümesinin ana itici gücü olmaya devam edeceği belirtildi. Türkiye ekonomisinin 2024’e ilişkin büyüme tahmini de yüzde 3,8’den yüzde 3,7’ye çekildi.
Raporda, Türkiye’de enflasyonun bu yıl yüzde 44,8, gelecek yıl yüzde 40,8 olacağı, işsizlik oranının bu yıl yüzde 10 ve gelecek yıl yüzde 9,9 seviyesinde gerçekleşeceği öngörüsüne yer verildi.
OECD, ABD ekonomisi ve Çin ekonomisi için 2023 büyüme tahminini 0,1 puan artırarak sırasıyla yüzde 1,6 ve yüzde 5,4’e yükseltti.
Örgütün Almanya için görünümü keskin bir şekilde düşürmesi dikkati çekti. Almanya için büyüme beklentisi yüzde 0,3’den “sıfır büyümeye” düşürüldü. (EKONOMİ SERVİSİ)
Ülker’in patronu Murat Ülker, 12 Eylül öncesi işçi hareketlerini “cinnet” olarak değerlendirdi. Hak-İş’e bağlı Öz Gıda-İş sendikasının hazırladığı bir belgesele konuşan Murat Ülker, 1974 yılında Ülker işçilerinin DİSK’e bağlı Gıda-İş öncülüğünde yaptığı eylemleri “Karma karışık her şeyin istismar edildiği günlerdi” sözleriyle yorumladı. O dönemde eylemde öncü rol oynayan Mustafa Eri, Murat Ülker’in sözlerine ilişkin “Murat Ülker’in felaket dediği cinnet dediği bizim hak alma insanca yaşama mücadelemizdi.” diye konuştu.
Evrensel muhabiri Murat Uysal’ın “Ülker patronu Öz Gıda-İş aracılığıyla işçi direnişini kötüledi” başlıklı haberinin ilgili bölümü şöyle:
“Öz Gıda-İş’in belgeselden ziyade ‘Murat Ülker biyografisi’ ayarında ilerleyen söyleşisinde Ülker okuduğu okullardan, başarılarından, babasının ve amcasının sahibi olduğu Ülker’de çalışmaya başladığı yıllardan bahsediyor. Söyleşinin moderatörü, ’74 işçi olayları ders niteliğindeydi, bize bu olayları biraz anlatabilir misiniz?’ diye soruyor. Ülker ‘Allah kimsenin başına böyle ders vermesin, kimse böyle ders görmek istemez’ diye söze başlıyor: ’68 işçi ve öğrenci olayları dünyada olurken Türkiye’ye de bunlar değişik bir biçimde yansıdı. İşçi işveren etle kemik gibi birbirinden ayrılamaz, sanayici olmazsa üretim olmaz üretim olmazsa refah olmaz. Bütün bunları bir düşünmek, tek vücut düşünmek lazım. Neticede aynı amaca yönelik düşünmek lazım. Sanki (o dönem) toplum olarak cinnet geçirdik.’
İşçilerin bir dönem DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikasına geçmesine dair ise şunları söylüyor: ‘Gıda-İş Sendikası vardı, çok solcu komünist söylemleri vardı. Fakat bunlara en çok inanan fabrikanın arkasındaki caminin imamıydı. Sabri Ülker imamla konuştu, ‘Bunlar böyle böyle şeyler yapıyor, sen niye bunların içerisindesin’ dedi. İmam da Gıda-İş Başkanının kendilerine ayet hadis anlattığını söyleyip ‘Niye bunlarla beraber olmayalım’ diye konuştu. Karma karışık her şeyin istismar edildiği günlerdi…’
‘FELAKET DEDİĞİ BİZİM İNSANCA YAŞAMA MÜCADELEMİZ’
Murat Ülker’in bir felaket gibi anlattığı dönemde Ülker işçileri örgütlendikleri Birleşik Gıda-İş’in daha sonra Tek Gıda-İş’in sorunlarına çare olmadığını görünce Gıda-İş’e geçti. 1974’te yaşanan bu süreçte Ülker yönetimi o döneme alelacele tatil gününde Tek Gıda-İş ile bir sözleşme imzaladı. Bunun üzerine işçiler fabrikayı işgal etti. İşgalden sonra 100’ün üzerinde işçi işten atıldı. İşten atılan işçiler fabrika önünde direnişe başladı, 3 ay süren direnişin sonunda işten atılan işçiler fabrikaya döndü.
O dönem Ülker’de çalışan direnişte de öncü rol oynayan Mustafa Eri, ‘Murat Ülker’in felaket dediği cinnet dediği bizim hak alma insanca yaşama mücadelemizdi. Ücretlerimiz çok düşüktü. Muhacir işçileri üzerimizde baskı olarak kullanıyorlardı. Üyesi olduğumuz sendikanın temsilcileri sorunlarımızı dile getirmek bir yana yönetimle iş tutuyordu. Fabrikadaki işçilerin büyük çoğunluğu bu nedenle sendika değiştirdi. Biz de bu sürece öncülük ettik, sendika değişikliğinden rahatsız olan fabrika yönetimi, DİSK/Gıda-İş’i tanımadı. İmzalanan kötü sözleşme sonucu fabrikayı işgal ettik, işten atmalar oldu ama haklarımızı almasını bildik. Ülker direniş boyunca tüm hak kayıplarımızı ödemek zorunda kaldı’ diye anlatıyor.
(…)
Öz Gıda-İş’in belgeselinde Murat Ülker nasıl grev kırıcılığı yaptıklarını, Öz Gıda-İş ile nasıl iyi bir ortaklık sürdürdüklerini anlatıyor. Öz Gıda-İş ile uzun yıllar süren ortaklıklarından memnun olduğunu söyleyen Ülker, ‘Öz Gıda-İş sorunları sulh içerisinde çözmesini biliyor’ diyor.
‘SENDİKACILARIN ÖZ GEÇMİŞİ: ŞİRKET YÖNETİCİSİ’
DİSK/Gıda-İş İstanbul Bölge Temsilcisi İbrahim Kızılyer’in, Murat Ülker ile yapılan söyleşiye dair ilk yorumu ‘Öz Gıda-İş, Ülker patronlarıyla uyumunu kamuoyuyla paylaşmayı amaçlamış ancak izlendiğinde bir işçinin tüylerini diken diken edecek içerikte söylemlerin olduğunu belirtmek gerekir’ şeklinde oluyor.” (HABER MERKEZİ)
Mart ve nisan aylarında ilişkilerin normalleştirilmesine ilişkin atılan adımların ardından, İran’ın Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’daki büyükelçiliği resmen açıldı. İki ülkeden çok sayıda diplomatın ve yetkilinin katıldığı açılış, Büyükelçilik binasındaki törenle gerçekleştirildi.
İran Dışişleri Bakanı Yardımcısı Ali Rıza Bikdeli, törende yaptığı konuşmada, İran ile Suudi Arabistan ilişkilerinde önemli bir güne tanıklık ettiklerini söyledi. Bikdeli, “İnşallah bölge, istikrar, refah ve gelişme adına güçlü bir işbirliğine doğru ilerleyecek. Diplomasi, ülkeler arasında ortak bir anlayış geliştirmek için iletişimin en iyi yoludur” dedi.
Nisan ayı başında Suudi Arabistan ve İran dışişleri bakanları, Çin’in arabuluculuğunda 2016’dan bu yana ilk kez bir araya gelmişti. İki ülke, 7 yıl sonra büyükelçiliklerini yeniden açma kararı almıştı. İki ülke arasındaki uçuşların yeniden başlayacağı ve vizelerin kolaylaştırılacağı da belirtilmişti.
GERİLİM NASIL TIRMANDI?
Suudi Arabistan’da Ocak 2016’da aralarında Şii din görevlisi Nimr el-Nimr’in de bulunduğu 47 kişi terör suçlamasıyla idam edilmişti. İdamlardan ardından Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed Konsolosluğu, öfkeli göstericiler tarafından ateşe verilmişti. Suudi Arabistan bunun üzerine İran’la diplomatik ilişkilerini kesmişti. Bu tarihten beri iki ülke arasında gerginlik yaşanıyordu.
Tahran ve Riyad, birbirlerini tehdit olarak görüyor. Suudi Arabistan ve İran arasında bölgesel nüfuz mücadelesi yaşanıyor. İki ülke, Lübnan, Suriye, Irak ve özellikle Yemen’de karşı saflarda yer alıyor. İran, Yemen’de 2014’te Suudi destekli hükümeti deviren isyancı Husileri destekledi.
Suudi Arabistan bir yıl sonra Husilere yönelik ağır hava saldırıları düzenlemeye başladı. Riyad, İran’ın Suudi Arabistan’a saldırması için Husilere destek sağladığını öne sürüyor. 2019’da Suudi Arabistan’ın petrol tesisleri silahlı insansız hava araçları ve füzelerle vurulmuş, petrol üretimi kesintiye uğramıştı. Suudi Arabistan ve ABD saldırıdan İran’ı sorumlu tutmuştu. Daha önce iki ülkeyi uzlaştırmaya yönelik girişimler başarısızlıkla sonuçlandı.
Fakat mart ayında Çin’in arabuluculuğuyla iki ülke, iki ay içinde karşılıklı olarak büyükelçiliklerini yeniden açma kararı aldı. Anlaşma, Ortadoğu’da Çin’in etki alanını göstermesi bakımından da dikkat çekici bulundu. İki ülke arasında ticaret ve güvenlik alanındaki ilişkilerin de yeniden tesis edilmesi, karşılıklı uçuşların başlayacağı açıklandı. ABD yönetimi, bu açıklamayı ihtiyatla karşılamış, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres, arabuluculuk çabaları için Çin’e teşekkür etmişti. (BBC Türkçe)
Halkların Demokratik Partisi (HDP) ve Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti), seçimlerin ardından seri toplantılar başlattı. Hafta başında toplanan HDP ve Yeşil Sol Parti Kadın Meclisleri, seçim sonuçlarını değerlendirerek önümüzdeki döneme ilişkin yol haritasını ele aldı. Toplantının ardından HDP ve Yeşil Sol Parti Kadın Meclisleri sonuç bildirgesini açıkladı.
‘ÖZGÜRLÜK VE EŞİTLİK İÇİN YENİDEN YAPILANMA SÜRECİNDEYİZ’
MA’da yer alan habere göre, toplantı sonuç bildirgesi şu şekilde: “HDP ve Yeşil Sol Parti Kadın Meclisleri olarak, 14 ve 28 Mayıs seçim süreci ve sonuçları üzerinden değerlendirmelerimizi, eksik kaldığımız taraflarımızı, hatalarımızı, sorunlarımızı sorguladığımız ve çıkış yolu aradığımız toplantımızı gerçekleştirdik. Kadın özgürlük ve eşitlik mücadelesini savunma kararlılığıyla yeniden yapılanma sürecini tartışmanın başlangıcını bu toplantımızla yaptık.
Seçim sürecinde kadın özgürlükçü paradigmamızın getireceği değişimden korkan iktidar ve ittifakları kadınlara yönelik saldırılarını büyütmüş ve kazanımlarımızı pazarlık konusu yapmıştır. Bizler, seçim örgütleme çalışmalarımızda kadın düşmanı ittifakların ayrıştırıcı, kutuplaştırıcı, nefret söylemleriyle mücadele etmeyi her koşulda sorumluluk olarak ele aldık. Bu yüzden kadın özgürlük mücadelemize yönelik yargı ve gözaltı şiddeti seçim sürecinde de aratarak devam etti.
‘KADIN MÜCADELESİNE SALDIRI’
Seçimlerde ve sonrasında, kadın özgürlükçü paradigmayı esas alan partimizin fikriyatına yönelik oluşturulan her türlü saldırı, kadın mücadelemizin fikriyatına dönük bir saldırıdır. Kürt kadın mücadelesinin büyük bedeller ödeyerek elde ettiği kazanımlarına kayyım atayan, gözaltı ve tutuklamalarla mücadelemizi sindirmeye çalışan kadın düşmanı faşist iktidarın hedefini biliyoruz. Hedeflenen kadın özgürlük mücadelemizdir, büyüyen kadın dayanışması ve örgütlülüğüdür.
İktidarın dijital medya aracılığıyla Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan şahsında kadınların demokratik siyasette yer almasına da saldırıdır. Elbette ki bizler her türlü eleştiriye açık ve özeleştiri verilmesi gereken hususlarda özeleştiriyi verecek sorumlulukta olan bir partiyiz. Ancak ortaya atılan ve haddini aşan “eleştiri” adı altında kadın siyasetimizi itibarsızlaştıran her türlü iktidar oyunlarına da geçit vermedik, vermeyeceğiz. Bunun kadın özgürlükçü paradigmamıza yönelik bir saldırı olduğunu tüm kadınlar bilmektedir. Bu yöntemlerle ne kadın siyasetimizi durdurabilirsiniz ne de kadın mücadelemizin kazanımlarını geriye götürebilirsiniz.
‘SAVAŞA KARŞI KADIN MÜCADELESİNDE ISRARCIYIZ’
Kürt sorununun demokratik çözümü yerine savaşa dayalı politikalar kadın düşmanı politikaları yeniden üreterek derinleştirmektedir. İmralı’da mutlak tecrit devam ettikçe hepimiz biliyoruz ki iktidar kadınlara ve kazanımlarına saldırmaya devam edecektir. O yüzden savaşa karşı onurlu barış politikaları için tecridin kalkması gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz. Biliyoruz ki, mücadele hattımız ve fikriyatımız cezaevlerinde kadın yoldaşlarımız şahsında rehin alınmak istenmektedir. Bizler her koşulda cezaevindeki siyasi tutsakların özgürlüğü için mücadeleyi yükselteceğiz. Kadın Meclisimiz yeniden yapılanma hattıyla cezaevlerinden sokaklara kadın dayanışmasını büyütecektir.
‘MÜCADELE HATTIMIZI KARARLILIKLA ORTAYA KOYACAĞIZ’
Emeğimizle bugünlere geldik. Tarihsel olan kadın mücadelesinin kararlılığını seçim sonuçlarına asla indirgemeyeceğiz. Seçim sürecine yönelik kadın beyannamemizin içeriğini kadın hareketlerinin ve Kürt kadın mücadelesinin birikimlerini esas alarak kolektif bir şekilde hazırladık. Kadın hareketlerinin ortak mücadelesini seçim sürecinde de çalışmalarımıza yansıtma kararı aldık. Ancak seçim bildirgemizin içeriğine denk olacak bir çalışma bütünlüğünü sağlayamadığımızı tespit ettik. Bildirgemizde yer almasına rağmen temsiliyetlerini sağlayamadığımız engelli kadınlar, cinsel kimlikler, inançlar ve halklar gibi çoğulculuğu sağlayacak bir temsiliyeti siyaset olarak sağlayamadık. Yaşadığımız eksiklik bizler için kabul edilebilir değildir. Bizler, HDP ve Yeşil Sol Parti Kadın Meclisleri olarak yeniden bir yapılanma sürecine giriyoruz. Yerellerde başlatacağımız kadın toplantılarımızla mücadele hattını kararlılıkla ortaya koyacağız. Bir yandan eksikliklerimizi tamamlayacağız bir yandan yeniden yapılanmayla bütün kadınlara ulaşacak bir örgütlenme seferberliği başlatacağız. Bu süreçteki özeleştirimizi daha çok çalışarak ve mücadeleyi büyüterek sağlayacağız.
‘BİZLER BİR MECLİSTEN DAHA FAZLAYIZ, HER YERDEYİZ’
Bizler seçim sonuçlarına göre mücadelemizin haklılığını ölçmeyiz. Kaybeden kadınlar olmadığı gibi kazanan da tek adam rejimi ve kadın düşmanı ittifak değildir. Kazanımlarımızdan da gasp edilen haklarımızı geri almaktan da vazgeçmeyeceğiz. Bu dönem parlamento daha erkek egemen bir biçim almıştır. Ancak bizler bir meclisten daha fazlayız. Temsiliyeti sokaklardan meclise taşıyanlarız. Yaşamın her alanındayız. Otoriter rejim kendini tahkim etme konusunda yeni bir evreye girmiştir. Başta kadın hareketleri olmak üzere bütün mücadele dinamikleri yeni döneme göre yeniden yapılanma içine girecektir. Giderek yükselen erkek egemen politikalar karşısında hem toplumsal yaşamda hem partimizde hem de parlamentoda daha güçlü bir mücadele hattını yürüteceğiz. Bizler bu süreci her kurulumuzda, yerelde tartışmaya ve yol almaya hazırlanıyoruz. Hiç kimse bizleri itmeye çalıştıkları umutsuzluğa düşmesin. İyi ki örgütlü kadın mücadelemiz var. Kadın dayanışması ve mücadelesi var. Mecliste de sokakta da kadın düşmanlarına geçit vermeyecek olan biz kadınlar buradayız.
MÜCADELE ETMEK DIŞINDA BİR SEÇENEĞİMİZ YOKTUR’
Bütün kadınlara çağrımızdır. Bizler kimliklerimizle, inançlarımızla, dillerimizle, emeklerimizle tüm farklılıklarımızla birlikte kadın dayanışmasını büyüteceğiz. Mücadele etmek dışında bir seçeneğimiz yoktur. Mücadeleyi ve örgütlenmeyi güçlendirerek kendimizi savunacağız, çoğalacağız, birlikte inşa edeceğiz. Tüm baskılara rağmen seçimlerde emek harcayan, değişimde ısrar eden ve mücadelemizi yükselten kadınlara teşekkür ediyoruz. Gelecek, istediğimiz renklerle boyanmak üzere hala bizimdir.” (HABER MERKEZİ)
Ekonomist Alaattin Aktaş, ekonomi yönetiminin döviz politikalarının enflasyon hesaplarına dayandığını belirtti, tüm ölçümlerin eksizsiz olması durumunda dolar ve euro gerilemiyorsa, “bizim enflasyon ölçümümüz ‘biraz’ hatalı, reel kur endeksi bu yüzden düşük görünüyor ve sonuçta dövizdeki artış beklentisi normal” diye yazdı.
Aktaş’ın “Merkez’e göre TL değerli değil, hatta çok değersiz; n’olacak şimdi!” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:
“Kulağa tuhaf geliyor, biliyorum. Herkes adeta ‘dolar-toto’ oynuyorken, kurun nereye gideceği tahmin edilmeye çalışılıyorken düşüş beklemek! Ama Merkez Bankası’nın reel efektif döviz kuru verilerine itibar edeceksek, ki etmemiz gerekir, dövizde düşüş beklenmeli.
REEL KUR NEREDEN NEREYE?
Merkez Bankası reel efektif döviz kurunu 2003 yılını 100 kabul ederek hesaplıyor. Hesaplama hem TÜFE, hem Yİ-ÜFE bazlı olarak yapılıyor.
2003 yılı ortalaması 100 olan reel efektif döviz kuru endeksi mayıs ayında TÜFE bazlı hesaplamaya göre 57.92 düzeyinde. Yaklaşık 58; yani TL, TÜFE bazlı hesaplamaya göre 2003 yılına kıyasla yüzde 42 aşağıda.
Türk parası,TÜFE bazlı hesaplamaya göre reel olarak en düşük düzeye 47.69 ile Aralık 2021’de inmişti. Söz konusu ay TÜFE’de yüzde 14’e, Yİ-ÜFE’de yüzde 20’ye yaklaşan artışa karşılık dolar kuru yüzde 29’luk bir artış göstermiş ve bu da TL’nin değerini reel olarak dibe çekmişti. Zaten TL’nin reel değeri Aralık 2021’de, tüm zamanların en düşük düzeyine geriledi.
Yİ-ÜFE bazlı hesaplamaya göre ise durum çok farklı. Yİ-ÜFE esas alınarak hesaplanan reel kur endeksi mayıs ayında 92.62 ile çok daha yukarıda. Bu hesaplamaya göre TL öyle çok da fazla değersiz değil.
TL DEĞERSİZ İSE MERKEZ’İN YAPTIĞI NE?
Veriler böyle… Türk parası özellikle TÜFE bazlı endekse göre çok değersiz görünüyor ve bu veriyi doğru kabul edersek dövizin hızla aşağı gelmesi gerekiyor.
Sizce de ortada tuhaf bir durum yok mu?
Hadi piyasanın beklentisini ve dövizin artması gerektiğine dönük tahminleri bir kenara bırakalım…
Kendi yaptığı çalışmayla paramızın değersiz olduğunu ortaya koyan Merkez Bankası ne diye kuru tutabilmek için uğraş veriyor ki? Paramız zaten değersiz ise dövizde ortaya çıkan artış eğilimi çok arızidir, üstünde durmaya ve önlem almak için çaba göstermeye bile gerek yoktur. Normal şartlarda zaten dövizin artmasını gerektirecek bir durum olmadığına göre bir kur artışı beklentisi de yaşanmaz, Merkez Bankası da kuru tutmak adına adeta bin takla atmaz.
Yani şu durumda Merkez Bankası da mı kendi açıkladığı bu verinin gerçeği yansıtmadığı kanısında?
Yok eğer bu veri doğru görülüyorsa dövizde artış olacağına dönük algının nedeni herhalde sorgulanıyordur.
Eminiz birileri “Bir yerde hata mı yapıyoruz ki böyle bir tablo ortaya çıkıyor” sorusuna yanıt arıyordur.
Sahi arıyor mudur?
SAKIN ENFLASYONU YANLIŞ ÖLÇÜYOR OLMAYALIM!
Reel efektif döviz kurunun düzeyini belirleyen üç temel gösterge var…
Türk parasının değerindeki değişim ile Türkiye’deki ve karşı ülkelerdeki enflasyon oranı.
TL’nin değer değişimi belli, sorun yok.
Bu hesaplama ağırlıkla dolar ve euroya dayandığına göre ABD ve AB’deki enflasyondan söz ediyoruz. Buralardaki enflasyon zaten hangi düzeyde ki yanlış ölçüm olsun ve ne kadar oynasın!
Şu durumda geriye kalıyor bizim enflasyonun ne kadar doğru olduğu.
Eğer enflasyonu olduğundan düşük ölçersek tabii ki reel efektif döviz kuru düşük çıkacak, yani Türk parası değersiz görünecektir.
Zaten TÜFE ve Yİ-ÜFE bazlı endeksler arasında özellikle 2022 yılıyla birlikte başlayan açılma buna işaret ediyor. 2022’den itibarenYİ-ÜFE artışı TÜFE artışının çok üstüne çıktı ve bu da Yİ-ÜFE bazlı reel kur endeksinin yüksek görünmesi sonucunu doğurdu.
Şu durumda karşımızda iki olasılık var:
Ya tüm ölçümler eksiksiz ve TL’nin değer kazanması, yani dolar ve euronun gerilemesi gerekiyor.
Ya da bizim enflasyon ölçümümüz ‘biraz’ hatalı, reel kur endeksi bu yüzden düşük görünüyor ve sonuçta dövizdeki artış beklentisi normal.
Sizce hangi olasılık makul görünüyor?” (HABER MERKEZİ)